bugün
- en yaşlı özelliğiniz19
- sözlük kızlarının saç rengi11
- kediye kediş köpeğe köpüş diyen kız14
- bebeği gibi seven incitmeyen değer veren erkek27
- kızların tipe bakmadığı gerçeği26
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi22
- bir kadın nasıl tavlanır18
- hemşire kızlar nasıl oluyor26
- uludağ sözlüğe nasıl düştünüz29
- insanlar melek mi şeytan mı9
- icardi190522
- düşün ki o bunu okuyor8
- çağ dışı teknolojilere özlem duymak8
- bir gavatın soyadını nick yapmak10
- mert hakan yandaş13
- nude istemeyen erkek9
- numan kurtuluş dem parti görüşmesi29
- dursun özbek gibi olsam utanırım8
- anın görüntüsü9
- iğrenç bir his tarif et33
- türkiye toplumunun ahlaksızlığa pratik zeka demesi8
- yakışıklı ama zengin erkek14
- çift maaş alan akpli bürokratların ücretlerine zam18
- sözlük kızlarına yürüyen vizyonsuz9
- sözlük yazarlarının abileri11
- erkek çocuk için isim önerileri9
- kocaeli de fabrikada yaşanan cinsel grup seks19
- aşkta yaş farkı önemli midir10
- az önce arabamdan inen tatlış kız12
- atatürk'ün hiç seçime girmeden ülkeyi yönetmesi22
- içip içip entry girmek8
- arkadaşlar falıma bi bakar mısınız8
- bik bik bu sözlüğün divasıdır19
- emar15
- 170 boyunda 70 kilo erkek9
- suriyeliler suriye'ye dönsün10
- fake hesabım için nick önerileri9
- emmanuel emenike8
- vücutçu aptal erkek vs gösterişsiz felsefi erkek15
- yazarların ruh hali9
- düz dünyacıların güneş tutulmasına bakışı12
- köpekleri aklamak için sırtlana iftira atmak10
- bik bik'i ağdacıya götürmek11
- aykolik'in boyu yaşı kilosu mesleği8
- bik bik'in yaşı boyu kilosu8
- ahirette sorulacak ilk soru8
entry'ler (18)
fikret kızılok sarkısı
ınıslerım cıkıslarım kendımden kacıslarım...
ınıslerım cıkıslarım kendımden kacıslarım...
sahin abi: yatta bi .mını yiyim
jale: bana biraz gaddar ol!!
sahin abi: yatta bi .mını ganatıyım
jale: bana biraz gaddar ol!!
sahin abi: yatta bi .mını ganatıyım
her sey ustuste gelmedi mi paralar dertleri vermedi mi???
hadi bakalım sen buna bi cevap veeer.
vacgecemedigimiz jelibon cesiti.
kendini dinlemenin 1 numaralı yolu.
sovyetler yıkıldığı zaman türki cumhuriyetlere gidecek makineler türkiyede çoktan hazırlanmış depolarda duruyormuş yani kominizm yıkıldığında oralara ilk giden şey kola makineleri olmuş...
cin ailesinin yuz karası.
cetin gecen kısların vazgecilmez ısın kaynagı... yorgan altından tabi.
ohh allahasukurler olsun.
saglam içerikli yazılarının devamını diledigimiz yazarımız...
yazı; tutanak; bir makamın (ornegin bir mahkemenin) belli bir işin yapılması veya yapılmaması konusunda diger bir makama (kişiye) yazıp gonderdigi yazı.
bir kimsenin bedeni uzerinde zorla dogrudan dogruya cinsel ilişkiye varmayacak derecede yapılan ve onun ırz ve namusuna saldırıyı gosteren ve sehvet duygusuyla yapılan haraket; magdur(e) uzerinde işlenen ve cinsel birleşme kastı tasımayan devamlılık gosteren sehevi davranıslar; magdurenin(magdurun) cinsel organlarını opme, oksama, kendi uzvunu oksatma, emme, emdirme; ırza gecme kastı olmaksızın organını surtme magdurenin(magdurun) vucudunu oksayarak opme gibi hareketlerdir.
baglamada tellere vurmamıza yardımcı olan plastikten yapılmış araç... penanın kankası.....
Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız,
O mahur beste calar müjganla ben ağlaşırız,
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hırs,
Yalnız kederli yalnızlıgımızda sıralı sırasız.... diye devam eden attila ilhan şiirlerinden bir tanesi... Müjgan; yalnızlıgımızda basbasa agladıgımız... kirpik işte
(bkz: Attila iLHAN)
O mahur beste calar müjganla ben ağlaşırız,
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hırs,
Yalnız kederli yalnızlıgımızda sıralı sırasız.... diye devam eden attila ilhan şiirlerinden bir tanesi... Müjgan; yalnızlıgımızda basbasa agladıgımız... kirpik işte
(bkz: Attila iLHAN)
daha eline usta eli değmemiş,boyası beresi darbesi olmayan arabaler için kullanılan sıfat...
NEREYE GiDERSiN SEVDiĞiM YALNIZKEN YATAĞINDA
hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazla çabayı unutmak için harcıyoruz heralde.
unutmak...
çaresizlerin, fırtınalar arasında, bir gün oraya ulaşmanın düşünü kurdukları o acılı sığınak. hayatımıza girenleri ya da girmek için kapılarımızı zorlayanları silmek aklımızdan, onlar yokmuş gibi davranıp onlar yokmuş gibi yaşamak.
geçmişi, o geçmişi yaşayan parçamızla birlikte çıkartıp atmak içimizden, atılan her parçayla birlikte içimizde bir boşluk kalacağını bilerek yapmak bunu.
ya da yaşanacak bir şeyler vaat edenleri, bir gün onları da unutmak zorunda kalacağımızı düşünerek, daha baştan unutmaya çalışmak, geçmiş gibi gelecekten de parçalar ayıklamak.
geçmişimiz ve geleceğimizle bir kazı yerine çevirmek hayatımızı.
nasıl bir öğüt vermeliyiz kendimize?
''unut'' mu demeliyiz?
sana zevk vermiş olanları ve zevk vadedenleri unut.
hiçbir zaman yekpare bir kıta olamayıp birbirine köprülerle bağlı yüzlerce, binlerce küçük adacıktan oluşan hayatın parçalarını birbirine iliştiren köprüleri yakmalı mıyız?
hafızamızın en çok dönmek istediği mi, en çok unutmaya çalıştığımız?
en unutulmaz olan mı en unutulmak istenen?
ya da geleceğimizde en fazla zevk vaat eden mi, köprüsünün başında en uzun oyalanıp gözlerimizi kapayarak, belki ben gözlerimi açana kadar, ışıklarıyla beni çeken o adacık aklımın haritasından silinir diye beklediğimiz?
hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
unutabiliyor musunuz bari?
hayatınıza kazdığınız o çukurların etrafından dolaşıp geçebiliyor musunuz?
bir zamanlar bütün dünyayı birbirine katan o şarkıyı dinlediğinizde, sorulan sorunun cevabını verebiliyor musunuz: ''nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?''
nerelere gidiyorsunuz yalnızken yatağınızda? en çok gitmek ve en çok kaçmak istediğiniz yere mi?
geçmişinizde en yakınınız olan ''şimdiki yabancıyı'' ya da geleceğinizde en yakınınız olabilecek ''şimdilik yabancıyı'' hafızanızın derinliklerinden söküp uzak sürgünlere gönderdiğinizde onunla birlikte giden bir şeyler olmuyor mu?
her ''unutuş'' bir ''eksiliş'' gibi gelmiyor mu size?
unuturken eksilmiyor musunuz?
ve korkmuyor musunuz, sımsıkı kapadığınızı sandığınız o sürgün kapıları bir gün aniden açılıverecek, sürgünleriniz, ''nerelere gittiğinizi'' hiç söyleyemeyeceğiniz yalnız yataklarınıza gülümseyerek geliverecekler diye?
ansızın geliveren bir zarftan çıkan haydar ergülen'in, yanına mavi çarpı atılmış şiirindeki mısralardan haberdar mısınız:
''gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır''
acıyor mu gözleriniz, göze alamadığınız yakınlıklardan?
geçmişe ya da geleceğe doğru uzanan kaç köprü yaktınız bugüne dek; hayatınızın haritasını çizerken kendi ellerinizle, sevgiyle, gülümseyişle, sevişmeyle denizlerinize kondurduğunuz kaç adanın, unutuluşun depremleriyle suların derinliğine battığına tanıklık ettiniz?
kaç adayı batırmak için kaç deprem yarattınız, bir adanın üstünü kapatsın diye depremlerinizle yükselttiğiniz o dalgalar daha başka neler yuttu sizden?
yıllar sonra bütün bu depremleri yarattığınız için affedebilecek misiniz kendinizi?
''ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak?''
acıyor mu gözleriniz?
gözlerinizi bağışlayacak ''öbür'' gözleri aramıyor musunuz?
unutulanlar arasında en zor unutulanı olan o gözleri aramıyor musunuz?
kim bağışlayacak gözlerinizi, kim bağışlayacak?
''sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şahir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim''
hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
bize zevk verenleri ya da zevk vaat edenleri unutmak, onları aklımızın haritasından silmek için.
unutuyoruz, her unutuşta biraz daha eksilerek. en hatırlanacak olanları unutmak derin sürgün yaraları açıyor içimizde.
ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek: ''nereye gidersim sevdiğim, yatağında yalnızken''
geçmiş köprüleri yakıyor, geleceğe uzanan köprülerin başında, o gelecek de kaybolsun diye bekliyoruz, geçmişi unuttuğumuz gibi geleceği de unutmaya çalışıyoruz.
zevk veren ve zevk vaat eden her şeyi unutmak için çabalayıp duruyoruz.
gözlerimiz unutmaktan ve ayrılıktan acıyor.
''biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.''
bu sessizliği kim bıraktı size?
gözleriniz birbirine değmiyorsa gecenin iki şehrinde bunun suçu kimde, neden değmiyor gözleriniz?
neden tek sözcük bile yok o konuşkan gözlerde?
geçmiş... olan her şeyi biliyor ve unutmak için kıvranarak unutuyorsunuz.
gelecek... olacak her şeyi tahmin ediyor ve kıvranarak unutmaya uğraşıyorsunuz.
iki ucunu birden yakıyorsunuz köprünüzün. nereye gider bu köprüler, kendi eksilmişliklerinizden başka?
ve sen nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?
''iki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin.''
belki dehatırladıklarımızdan ziyade unuttuklarımızı taşıyoruz şehirlerden şehirlere, '' göze alamadığımız bir şehir'' terine her şehirde, yalnız yatağımıza yattığımızda unuttuklarımıza gidiyoruz.
hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
ve bir şehirde unuttuklarımızı her şehirde hatırlıyoruz.
yekpare bir kıta değil çünkü hayat, adacıklardan oluşmuş dantelli bir harita ve unutmayla hatırlamanın med cezirlerinde, silindiğini sandığımız bir ada birden çıkıveriyor ortaya. her şehirde çıkıyor.
unutmaya çalıştıklarınız zevk verdi çünkü, unutmaya çalıştıklarınız zevk vaat etti çünkü size.
unutmak, yaşanmış ve yaşanacak olanları yok etmek, silmek haritanızı derin boşluklarla koyu lacivert noktalara boyamak ve eksilmek istiyorsunuz.
eksiliyorsunuz, ama unutabiliyor musunuz?
gözleriniz acımıyor mu gerçekten?
gözlerinizi bağışlayabildiniz mi?
peki şu şarkıyı dinliyor musunuz?
''nerelere gidersin sevdiğim, yalnızken yatağında?''
Ahmet ALTAN
hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazla çabayı unutmak için harcıyoruz heralde.
unutmak...
çaresizlerin, fırtınalar arasında, bir gün oraya ulaşmanın düşünü kurdukları o acılı sığınak. hayatımıza girenleri ya da girmek için kapılarımızı zorlayanları silmek aklımızdan, onlar yokmuş gibi davranıp onlar yokmuş gibi yaşamak.
geçmişi, o geçmişi yaşayan parçamızla birlikte çıkartıp atmak içimizden, atılan her parçayla birlikte içimizde bir boşluk kalacağını bilerek yapmak bunu.
ya da yaşanacak bir şeyler vaat edenleri, bir gün onları da unutmak zorunda kalacağımızı düşünerek, daha baştan unutmaya çalışmak, geçmiş gibi gelecekten de parçalar ayıklamak.
geçmişimiz ve geleceğimizle bir kazı yerine çevirmek hayatımızı.
nasıl bir öğüt vermeliyiz kendimize?
''unut'' mu demeliyiz?
sana zevk vermiş olanları ve zevk vadedenleri unut.
hiçbir zaman yekpare bir kıta olamayıp birbirine köprülerle bağlı yüzlerce, binlerce küçük adacıktan oluşan hayatın parçalarını birbirine iliştiren köprüleri yakmalı mıyız?
hafızamızın en çok dönmek istediği mi, en çok unutmaya çalıştığımız?
en unutulmaz olan mı en unutulmak istenen?
ya da geleceğimizde en fazla zevk vaat eden mi, köprüsünün başında en uzun oyalanıp gözlerimizi kapayarak, belki ben gözlerimi açana kadar, ışıklarıyla beni çeken o adacık aklımın haritasından silinir diye beklediğimiz?
hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
unutabiliyor musunuz bari?
hayatınıza kazdığınız o çukurların etrafından dolaşıp geçebiliyor musunuz?
bir zamanlar bütün dünyayı birbirine katan o şarkıyı dinlediğinizde, sorulan sorunun cevabını verebiliyor musunuz: ''nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?''
nerelere gidiyorsunuz yalnızken yatağınızda? en çok gitmek ve en çok kaçmak istediğiniz yere mi?
geçmişinizde en yakınınız olan ''şimdiki yabancıyı'' ya da geleceğinizde en yakınınız olabilecek ''şimdilik yabancıyı'' hafızanızın derinliklerinden söküp uzak sürgünlere gönderdiğinizde onunla birlikte giden bir şeyler olmuyor mu?
her ''unutuş'' bir ''eksiliş'' gibi gelmiyor mu size?
unuturken eksilmiyor musunuz?
ve korkmuyor musunuz, sımsıkı kapadığınızı sandığınız o sürgün kapıları bir gün aniden açılıverecek, sürgünleriniz, ''nerelere gittiğinizi'' hiç söyleyemeyeceğiniz yalnız yataklarınıza gülümseyerek geliverecekler diye?
ansızın geliveren bir zarftan çıkan haydar ergülen'in, yanına mavi çarpı atılmış şiirindeki mısralardan haberdar mısınız:
''gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır''
acıyor mu gözleriniz, göze alamadığınız yakınlıklardan?
geçmişe ya da geleceğe doğru uzanan kaç köprü yaktınız bugüne dek; hayatınızın haritasını çizerken kendi ellerinizle, sevgiyle, gülümseyişle, sevişmeyle denizlerinize kondurduğunuz kaç adanın, unutuluşun depremleriyle suların derinliğine battığına tanıklık ettiniz?
kaç adayı batırmak için kaç deprem yarattınız, bir adanın üstünü kapatsın diye depremlerinizle yükselttiğiniz o dalgalar daha başka neler yuttu sizden?
yıllar sonra bütün bu depremleri yarattığınız için affedebilecek misiniz kendinizi?
''ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak?''
acıyor mu gözleriniz?
gözlerinizi bağışlayacak ''öbür'' gözleri aramıyor musunuz?
unutulanlar arasında en zor unutulanı olan o gözleri aramıyor musunuz?
kim bağışlayacak gözlerinizi, kim bağışlayacak?
''sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şahir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim''
hatırlamak için harcadığımız çabadan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
bize zevk verenleri ya da zevk vaat edenleri unutmak, onları aklımızın haritasından silmek için.
unutuyoruz, her unutuşta biraz daha eksilerek. en hatırlanacak olanları unutmak derin sürgün yaraları açıyor içimizde.
ve biri soruyor bize şarkılar söyleyerek: ''nereye gidersim sevdiğim, yatağında yalnızken''
geçmiş köprüleri yakıyor, geleceğe uzanan köprülerin başında, o gelecek de kaybolsun diye bekliyoruz, geçmişi unuttuğumuz gibi geleceği de unutmaya çalışıyoruz.
zevk veren ve zevk vaat eden her şeyi unutmak için çabalayıp duruyoruz.
gözlerimiz unutmaktan ve ayrılıktan acıyor.
''biri hepimizle göz göze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık
bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde.''
bu sessizliği kim bıraktı size?
gözleriniz birbirine değmiyorsa gecenin iki şehrinde bunun suçu kimde, neden değmiyor gözleriniz?
neden tek sözcük bile yok o konuşkan gözlerde?
geçmiş... olan her şeyi biliyor ve unutmak için kıvranarak unutuyorsunuz.
gelecek... olacak her şeyi tahmin ediyor ve kıvranarak unutmaya uğraşıyorsunuz.
iki ucunu birden yakıyorsunuz köprünüzün. nereye gider bu köprüler, kendi eksilmişliklerinizden başka?
ve sen nereye gidersin sevdiğim, yatağında yalnızken?
''iki şehri var gecenin, biri gözümde
tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
gibi çöken siste, bana bu uykusuz
şehri niye bıraktın, göze alamadığım
bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin.''
belki dehatırladıklarımızdan ziyade unuttuklarımızı taşıyoruz şehirlerden şehirlere, '' göze alamadığımız bir şehir'' terine her şehirde, yalnız yatağımıza yattığımızda unuttuklarımıza gidiyoruz.
hatırlamak için harcadığımızdan çok daha fazlasını unutmak için harcıyoruz.
ve bir şehirde unuttuklarımızı her şehirde hatırlıyoruz.
yekpare bir kıta değil çünkü hayat, adacıklardan oluşmuş dantelli bir harita ve unutmayla hatırlamanın med cezirlerinde, silindiğini sandığımız bir ada birden çıkıveriyor ortaya. her şehirde çıkıyor.
unutmaya çalıştıklarınız zevk verdi çünkü, unutmaya çalıştıklarınız zevk vaat etti çünkü size.
unutmak, yaşanmış ve yaşanacak olanları yok etmek, silmek haritanızı derin boşluklarla koyu lacivert noktalara boyamak ve eksilmek istiyorsunuz.
eksiliyorsunuz, ama unutabiliyor musunuz?
gözleriniz acımıyor mu gerçekten?
gözlerinizi bağışlayabildiniz mi?
peki şu şarkıyı dinliyor musunuz?
''nerelere gidersin sevdiğim, yalnızken yatağında?''
Ahmet ALTAN
Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırtıllar Köyü'nde Döne'den doğma Muharrem Ertaş'ın oğludur. Kırşehir, Yozgat ve Keskin'in çeşitli köylerinde çocukluk ve ilk gençlik yılları geçmiştir. 15 yasında çıktığı gurbet hayatinin hala devam etmektedir.